top of page

MERHABA BEN … VE HİÇLİĞİN ORTASINDAN YAZIYORUM

  • Yazarın fotoğrafı: Şairhan
    Şairhan
  • 1 May 2023
  • 7 dakikada okunur

Bölüm-1


Sesler geliyordu. İlk defa bir rüyada bu kadar gürültülü sesler duydum. Bilincim yavaş yavaş yerine gelirken aslında bunun bir rüya olmadığını fark ettim. Kulaklarımı kapattım. Yurdun alarmları kulak parçalayacak yükseklikte çalıyordu. Panikle oda arkadaşlarıma baktım. Odada yoklardı. Ne yani beni almadan mı gittiler? Ya da onları etik değerleri unutturacak kadar korkutan şey neydi? Belki bir yangın. Belki deprem. Ya da saldırı. Hiçbiri İlayda’nın bana haber vermeden gitmesini gerektiren olaylar değildi. İlk şok geçtikten sonra vücudumu inanılmaz derecede saran acıyla düşe kalka yataktan çıktım. Alarmlar eşliğinde odadan çıktım. Tüm odaların kapıları sonuna kadar açıktı. Evet şimdi, arkadaşlar şakayı bırakın demem gerekiyor değil mi? Ama hayır bu şakadan fazlası gibi görünüyor. Telefonuma baktım. Sinyal yok. Bulunduğum katta insan var mı diye odaları gezmeye başladım. Gezmemin sonucunda insana rastlamamıştım ama bir kâğıt bulmuştum. Buraya ait olmayan bir kâğıt. Koskoca harflerle ‘’ QUID ‘’ yazıyordu. Pekâlâ bu saçmalık da neydi? Sakin olmaya çalışarak, tabi bu panik atakla pek mümkün olmuyordu, alt kata indim. Manzara yine aynıydı. Bütün kapılar açık ve insana ait hiçbir madde yok. Şimdi neden binadan çıkmadığımı sorduğunuzu biliyorum. Dışarda beni neler bekliyor hiçbir bilgim yok. Belki de hiçbir şey. Ama hayatım ihtimallere bırakılamayacak kadar önemli. Gezdiğim odalardan birinden meyve bıçağı ve biber gazı aldım. Biber gazı mı dediğinizi duyar

gibiyim. Yurdumuz pek de tekin bir yerde değil bu yüzden yurttan çoğu kız biber gazı taşıyor. Odalardan birinde ikinci kâğıdı buldum. Koskoca harflerle ‘’ PRO ‘’ yazıyordu. Quid pro. Eee yani ne demeye çalışıyor? Bir alt kata daha indim. Yine tüm odaları gezmeye başladım. Manzara yine aynıydı. Hiçlik. Bu sefer tek amacım diğer kâğıdı bulamaktı. Buldum da. ‘’ QUO ‘’. Quid pro quo. Cümlenin tamamlandığını hissettim. Ne demekti? Oldukça tanıdık geliyordu. Dilimin ucunda neydi? Hatırlamak için adeta beynimle savaş veriyordum. Yumruklarımı sıktım. Hatırlamanın verdiği heyecanla sesim katta yankılandı: Bir şey için bir şey. Türkçeye çevirmem pek bir işe yaramamıştı. Hala bana anlamsız geliyordu. Mantık aramaya çalışırken arkadaşımın odasına girdim ve yatağına oturdum. Olası bir panik atak krizi için kendimi sakinleştirmeye çalışırken aklıma geldi. Ben bu kağıtları hangi odalarda bulmuştum? Oda numaralarını sesli şekilde saydım. Bu numaralar yurttaki arkadaşlarımın kaldığı odalardı. Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Yurtta bildiğim kadarıyla bir tek benim olmam ve arkadaşlarımın odasında böyle kağıtlar olması… İnsan kaçakçılığı olabilir miydi? Ama neden bir tek ben kalayım ki? Polis, hemen polisi ara. Bu düşünce beynimde yankılanırken elim telefona gitti ve polisi aradım. Çalıyordu ama kimse açmıyordu. Koşarak merdivenlerden aşağı iniyordum. Göz yaşları yanaklarımdan süzülürken kendi kendime bağırıyordum. LÜTFEN İYİ OLSUNLAR LÜTFEN! Kantin katındaki müdüriyete kadar gelmiştim. Aklıma gelen fikir bana ani bir fren yaptırdı. Her katta kamera kayıtları vardı. İzleyebilirdim. Müdürün odasına girdim ve koltuğuna oturdum. Bilgisayarının kasasına bastım ve gürültülü şekilde açılmasını bekledim. Bir süre araştırmadan sonra kamera kayıtlarının olduğu klasörü buldum. Derin bir nefes alıp tıkladım. Dişe dokunan tek şey benim odaları gezmem, bağırmam ve koşmamdı. Geçmişe dair hiçbir bulgu yoktu. Ne kaçırılan ne de kaçan öğrenciler beklemiştim ama önümde koca bir hiçlikti. Sinirlerim bir anda boşaldı ve ağlamaya başladım. Ne kadar süre ağladım bilmiyorum ama hava aydınlanmıştı. Arkadaşlarımı ve kaybolan insanları bulabilmek için güçlü olmalıydım. Soğukkanlı olmaya çalışarak masadan kalktım ve hızlıca odama gidip üstümü giyindim ve yanıma çanta aldım. Kantin katına tekrar indim. Çabuk bozulmayacak yiyeceklerden ve içeceklerden alıp çıktım. Ayaklarım geri geri gitse de yurttan çıktım ve etrafa baktım. Koca bir hiçliğin ortasındaydım. LANET OLASI İNSANLAR NEREDEYDİ!



Bölüm-2


Şaşkın bir şekilde dururken terk edilmiş arabalara baktım. Öylesine bırakılmıştı. İnsanları bu kadar korkutan neydi? Kıyamet mi kopmuştu? Böyle bir şey olmuşsa ben neden hayattaydım? İnsana ait en ufak bir kırıntı bulmak ümidiyle yürümeye başladım. Cebime sokuşturduğum meyve bıçağını elime alıp sımsıkı tuttum. Güvenliğimi tehlikeye atabilecek herhangi bir şeye karşı hazırlıklı olmak istiyordum. Belki de olası bir terör saldırısına karşı devlet şehri tahliye etmişti. Oda arkadaşlarım da o telaşla beni unutmuşlardı. Askerlerde odalarımızda kamera olmadığı için beni fark etmemişlerdi. İyi ama bu hengameyi fark etmemem imkansızdı. Uykum çok hafif. Yurtta ilk aklıma gelen olay üzerinde duralım. İnsan kaçakçılığına ne diyorum? Yurda uyutucu gaz salındı. Herkes uyurken insan kaçakçıları da herkesi kaçırdı. İyi ama beni neden götürmediler. Ayrıca bu olasılık bulunduğumun konumunu etkileyemezdi. Muhakkak şu anda burada birileriyle göz göze gelmem gerekti. Umutsuzca yürürken insan görme ümidiyle sürekli sağa sola bakmak başımı döndürmüştü. Şu hayatta en çok korktuğum şeylerden biriyle karşı karşıyaydım: Yalnızlık. İnsanı bırak yolda hiçbir canlı kalıntısı yoktu. Tabi bitkileri saymazsak. Telefonumu çıkarıp birilerini arayıp arayamayacağıma baktım. Yine çekmiyordu. Olayın şoku geçtiğinde durumun ne kadar ciddi olduğunu yavaş yavaş idrak etmeye başladım. Vücudumu saran ağlama dalgasıyla yere çöktüm. Ellerimi yüzüme dayayıp hıçkırarak ağlamaya başladım. Tek başıma kalmak istemiyorum. Yalnız ölmek istemiyorum. Ben bunu hak etmiyorum. Ama nerde olduğunu öğrenmem gereken arkadaşlarım vardı. Onlar için ayakta kalmam ve kararlılıkla yola devam etmem gerekiyordu. Ayağa kalkmak için elimi yere koydum. Elime sert bir şey gelince acıyla elimi çektim. Kalktıktan sonra yere baktığımda parlak bir USB gördüm. Hızlıca alıp elimde çevirdim. İşime yarayacağını düşünüp cebime attım ve yoluma devam ettim. Teori teoridir. Eğer dünyada kalan tek insan bensem çok da zamanım kalmamıştı. Yakın zamanda elektrik gidecekti, reaktör patlamaları olacaktı vs. Ne olduğunu öğrenmeden ölürsem gözüm açık giderdi. Her şey bir yana neden sadece ben kalmıştım? Uzun bir yürümenin ardından bir silah dükkanına denk geldim. Kapısının kilitli olmaması işime gelmişti. Direkt içeri girdim. Tabancalar, tüfekler… Onlarcası önümde dururken realist olmam çok önemliydi. Evet çok iyi savunma ve saldırı araçlarıydı ama ben nasıl kullanılır bilmiyordum. Ayrıca hangisine hangi mermi takılır, nasıl temizlenir, nasıl muhafaza edilir hiçbir bilgim yoktu. Bu yüzden bıçak ve sopa ağırlıklı kuşanmam en mantıklısıydı. Gözüme keskin görünen ekipmanları alıp çelik yelek giydim. Elime deri bir eldiven geçirdikten sonra mağazadan çıktım. Meyve bıçağımı çantaya koyduktan sonra keskin bıçağı elime alıp yürümeye devam ettim. Sonraki durağım okulumdu. Hem bilgisayar vardı hem de bir ümit orada birkaç insan olduğunu düşünüyordum. Her zaman öğrenci kartı göstererek girdiğim okulumdan bu sefer elimi koluma sallayarak girmek canımı acıtmıştı. Bilgisayar laboratuvarına gittim. Kapı açılmıyordu. Etrafıma baktım. Kimse yoktu. Klişe olarak kapıyı omzumla kırmaya çalıştım. Ama dediğim gibi bu bir klişeydi. Olan tek şey omuz ve kol ağrımdı. Güvenlik memurlarının insanlarla iletişim kurduğu cam bölüme geldim. Eminim anahtarlar oradaydı. Evet düşündüğüm gibi oldu. Anahtarı alıp kapıyı açtım ve girdikten sonra ardımdan kilitledim. Öğretmen masasına oturup bilgisayarı açtım ve cebime attığım flaşı çıkardım. Derin bir nefes verdikten sonra taktım. Flaşın adı ‘’ Gizemli uluslararası taktik ‘’ Hayal gücü yüksek bir arkadaşımız sanırım olağanüstü fotoğraflarını ve videolarını bu flaşta saklıyordu. Zamanında ben de açıklanamayan fotoğrafları ve videoları böyle saklardım. Aynı durumu başkası da yapmış olabilirdi. Hafif alayla hafif de merakla flaşın adına bastım.



Bölüm-3


Önümde bir sürü fotoğraf ve video vardı. Bir uğraşa göre fazla özenilmişti. Neredeyse on dakikamı fotoğraflar ve videolar içinde en aşağı inmek için harcamıştım. En başta atılmış şey bir videoydu. Çok amatörce bir kayıttı ne olduğunu çözmeye çalışmam zamanımı almıştı. Her şey çok hızlı gelişiyor videonun küçük bir kısmında her şey netleşiyordu. Üzerinde hangi ülkenin askeri üniforması olduğunu bilmediğim bir adam insanlara hızlanmaları için hareket yaparken askerin önünden hamile bir kadın geçiyordu. Ses yoktu. Bir sonraki fotoğrafı açtım. Ağlayan bir adamı kaçıran yüzleri maskeli adamlar. Diğer fotoğraflara ve videolara bakacakken dışardan bir ses geldiğini duydum. İçimi büyük bir heyecan kaplarken hızlıca masadan kalktım ve kapının kilidini açıp etrafa baktım. Sesler koridorun sonlarından geliyordu. Canlılığa ait bir hareket görmek aklımı başımdan kaçırmıştı. Çıldırmışçasına sesin geldiği yöne doğru koştum. Tanrım sonunda birini görmem gerekiyordu. Yoksa delirecektim. Sesin kaynağına vardığımda bunun robot süpürge olduğunu gördüm. Engeller arasına takılıp oraya buraya çarpan bir elektrik süpürge. Bu sefer ağlamak yerine güldüm. Delirecektim fazla geleceğe atmak olurdu. Deliriyordum. Kahkaha seslerim koridorda yankılanıyordu. Şimdi buralarda insanlar olsaydı bana garip garip bakarlardı. O bakışları bile özledim. Yemin ederim özledim. Karnımı tutarak odaya döndüm. Masaya tekrar oturdum. En azından şu flaşla ilgilenmek dikkatimi dağıtırdı. Ekrana baktım. Sadece masaüstü açıktı. Dalgınlıkla kapatmış olmalıydım. Bilgisayarım kısmına tıkladım ama flaş yoktu. Belki de flaş yerinden oynamıştı heyecanla kalkarken. Kasaya baktım. Flaş yoktu. Ama bu nasıl olabilirdi? Hemen kıyafetimi elimle yokladım. Ardından koşarak geçtiğim yerlere baktım. Yoktu. LANET OLASI FLAŞ KENDİ KENDİNE KAYBOLMUŞTU. Çaresizce koltuğa çökerken kasanın altında parlayan bir metal gördüm. Hızlıca metali elime aldım. Bu büyük bir fermuardı. Bir mont fermuarı. Flaşla aynı renk. Bu odaya geldiğimde fermuar burada yoktu. En azından kasanın yanında böyle bir şey yoktu. Ben aslında hayal mi görmüştüm? Bilgisayarda gördüklerim gerçek değil miydi? Fal taşı gibi açılmış gözlerim odaya bakarken bu durumu kurtarmaya çalışıyordum. Ama bir şey bulamıyordum. Eşyalarımı alıp odadan çıktım. Okulun kafelerinden birine girdim. Semaverde halihazırda duran suyu ısıttıktan sonra içine sallama çay koyup bahçeye çıktım. Yudumlarken ilk defa hayatımı düşünme şansı buldum. Mücadeleden arta kalan bir zamanım hiç olmamıştı. Kendimi hep ihmal etmiştim. Benimki de dert mi? Politikasını benimseyip kendi dertlerimi küçümsemiştim. Kırk yılın başında anlatmak istediğimde insanlar kendi dertlerini anlatarak beni susturmuştu. Kendi kendimi yiyip bitirmiştim. Ölüyordum ama kimse beni duymamıştı. Böyle olmam o yüzden garip gelmedi. Yüzümde buruk bir gülümsemeyle çayımı yudumlamaya devam ettim. Hayatında bir şey değişmedi. Önceden insan kalabalığında yalnızdın. Şimdi ise düşünce kalabalığında.




Bölüm-4


Yavaşça yerimden kalkıp etrafa baktım. Her şey çok anlamsız gelmeye başladı. Delirmemek için ölmekten başka ne yapabilirdim ki? Artık kimse yoktu. Benim olmamın ne faydası olacaktı bu dünyaya? Dünyayı mı kurtaracaktım? Ben sadece bir şeyler hayal eden ama bunu icraata dökemeyen bir zavallının tekiydim. Ama keşke böyle olmasaydı. Keşke yalnız ölmeseydim. Keşke insanlar henüz hayattayken onların içine karışıp hayallerimi gerçekleştirseydim. Okuldan çıktım. İçimdeki yaşama ümidi son bir kez daha insan arıyordu. Koca bir hüsrandı. Ani bir sinir boşalmasıyla koşmaya başladım. Hiç durmadan koşuyor ve ağlıyordum. Ciğerlerim nefes diye haykırırken durmadım. Son nefesime kadar da durmayı da düşünmüyordum ama en sonunda dizlerimin bağı çözüldü. Yere çöktüm. Derin nefesler almak, alamamaktan daha çok can acıtıyordu. Elimden geldiğince yüksek bir sesle bağırdım: LÜTFEN BİRİ SESİMİ DUYSUN. ÖLÜYORUM YARDIM EDİN. Sadece ölüm sessizliği vardı. Yavaşça yere uzandım ve cenin pozisyonu aldım. Gözlerim yavaşça kapanırken bunun uyku değil sonsuzluk olduğunu biliyordum. Teşekkür ederim Tanrım. Teşekkür ederim.


Arif Efendi, her sabah gibi erkenden okula geldi ve rutin temizliğini yapmaya başladı. Bugün nerdeyse zorla işe gelmişti. İçinde kötü bir his vardı. Gelmek dışında her şeyi yapabilirdi ama gelmek sanki ona dönüşü olmayacak izler bırakacaktı. Dalgınca sınıfları temizlemeye başladı. Son sınıfa girdiğinde şokla elindeki paspası yere attı ve çığlık atmaya başladı. Arif’in çığlığına güvenlikler ve diğer personeller geldi. Hepsi küçük dilini yutmuş şekilde yerdeki öğrenciye bakıyordu. Güvenliklerden biri öğrencinin yanına gelip nabzını ölçtü ve nefesine baktı. Üzgünce başını eğdikten sonra arkadaşlarına dönüp başını iki yana salladı. Sağlık ekipleri gelip öğrenciyi götürdüler. Ölüm nedeni, sinir krizi sırasında dilinin boğazına kaçması suretiyle nefessiz kalması olarak belirlendi.


ANLAYIŞ, HOŞGÖRÜ VE İNSANLIK




Yorumlar


karanlikahmer.com

İyi okumalar dileriz efendim...

bottom of page