Karanlık Ahmer



Waverly Hills

ABD'nin Kentucky eyaletinde yer alan, gizemli hastane 100 yılı aşkın süredir ayakta. Geçmişte binlerce insanın akıl almaz işkencelere maruz kaldığı hastanede şimdilerde de pek çok paranormal olayın yaşandığı iddiaları bulunuyor. Bina 1910 yılında hizmete açılmıştır. Hizmete açıldığında tedavisi bulunmayan tüberküloz hastalığı için çalışmalar yapılıyordu. Asıl olaylar bu hastalığın giderek yaygınlaşmasıyla başlayacaktı. Hastanenin kapasitesi 400 kişiydi ama yatış yapan hasta sayısı 400'ü çoktan geçmişti. Bu durum ihmalkarlığı da beraberinde getirdi. Müşkül durumdaki hastalarla ilgilenmemeye başladılar. Binlerce kişi hayatını kaybetti. Toplam ölen kişi sayısının 63.000 olduğu söylenmektedir. Tüberküloz tedavisi bulunduktan sonra hastane kapatıldı. Herke bu lanet yerden kurtulduğu için mutluydu ama asıl acı olaylar bir yıl sonra akıl hastanesi olarak hizmete girmesiyle başlayacaktı. Söylenenlere göre akıl hastalarına tedavi adı altında korkunç işkenceler yapılıyordu. Ölen insanlar ''Beden Tüneli'' adlı bir yerden geçirilip büyük ihtimalle yakılarak edebi yolculuğa uğurlanıyordu. Bu yüzden Beden Tüneli'nin en çok paranormal olayın yaşandığı yerlerden biri olarak adlandırılması garip olmayacaktır. Olanlar sadece yardım bekleyen hastalara olmadı. 502 numaralı odada iki hemşire intihar etti. Bu odada da paranormal olayların yaşandığı ziyaretçiler tarafından rapor edilmiş. En büyük dileğimiz buraya sıkışmış çaresiz ruhların bir an önce huzura ermesi.





DYATLOV GEÇİDİ VAKASI
27 Ocak 1959 yılında Sovyetlerden, Ural Dağları'nın kuzeyine bir keşif için 9 üniversite öğrencisi yola koyuldu. Hedefleri Gora Otorten Dağı'na ulaşmaktı ama bu hayali asla gerçekleştiremediler. Vakanın adının Dyatlov olması grubun lideri Igor Dyatlov'dan gelmektedir. Tahmini döecekleri tarihin oldukça geçmesinden ve ailelerin yetkilileri sıkıştırmasından ötürü yetkililer harekete geçer. Dağcıların çadırları 26 şubat günü içten dışa doğru yırtılmış şekilde bulunur. İşin garip yanı çorapları, kıyafetleri, botları hala orada durmaktadır. Her ne olduysa panikle çadırı yırtarak kaçmışlardır. İlk iki ceset 27 şubat günü sedir ağacının altındaki ateş kalıntılarının dibinde bulunur. Yura Doroşenko ve Yuri Krivnişenko. Yuri kendi parmak eklemlerinden bir kısmını dişleriyle parçalamıştı. İkisi de iç çamaşırlarıylaydı. Vücutlarında soğuk ısırığı olmuştu. Ayrıca elleri kahverengi, mor arası bir renge bürünmüştü. Onların ardından Igor Dyatlov bulundu. Üzerinde kıyafetleri vardı ama ayakkabıları yoktu. Bir ağaç dalına sarılmıştı. Onun yakınında Zinayda Kolmogorova'nın cesedi vardı. Korkuyla çadırın olduğu tepeye tırmanmaya çalışıyormuş gibi bir pozisyonda yatıyordu. Sağ gövdesinde bir morluk vardı. Bir sopa izini andırıyordu. Ölüm nedenleri hipotermi olarak geçse de bazılarının vücutlarında soğukla açıklanamayacak yaralar bulunuyordu. Grubun en utangacı ve en iyi koşucusu Rüstem Slobodin, 5 Mart'ta kafatasında bir kırıkla bulundu. Üzeri diğerlerine göre oldukça kalındı. Olay buraya kadar sineye çekilebilirdi ama asıl gizem diğer dört cesedin üç ay sonra bulunmasıyla daha da arttı.Nikolai Thibeaux-Brignolle'un kafatası çatlamıştı. Aleksandr Kolevatov'un kulağının arkasında bir yara vardı ve boynu ters dönmüştü.
Lyudmila Dubinina ve grubun en yaşlı üyesi Semyon Zolotaryov'un birden fazla kaburgası kırılmıştı. Ayrıca Zolotaryov'un kafatasının sağ tarafında açık bir yara vardı ve kemiği görünüyordu. Daha korkuncu ise ikisinde de gözleri çıkarılmış ve Lyudmila'nın dili yoktu. İnsanlar bu vahşeti kimin yaptığını sormaya başladıklarında akıllara oranın yerel halkı Mansi geldi. Bir süre yapılan sorgularda suçsuz oldukları anlaşıldı. Halk o gece gökyüzünde parlak nesnelerin uçuştuğunu ve bunun kötü şans getirdiğine inandıklarını söylediler. Vücutlarında rastlanılan radyasyon izleri de olayları daha çıkmaz noktalara götürmüştü. Askeri deneye mi maruz kalmışlardı yoksa yoksa Yeti saldırısına mı bilinmez. Ama birilerinin bildiği ve halkla paylaşmak istemediği şeyler olduğu kesin.




Philadelphia Deneyi
2. Dünya savaşını öngören Amerika hükümeti güvenlik gereği gemilerinin radara yakalanmamasını istiyordu. Bilim insanlarının da çalışmalarıyla proje, on yıl donra deney aşamasına geldi.
1. deney: UUS Eldrige, Philadelphia Deniz üssü açıklarındaki deney mahaline gelmişti. İçerisi elektromanyetik alan oluşturucu donanımla donatılmıştı. Bu deneye ticari bir gemi olan Andrew Furuseth'in mürettebatı da tanıklık etti.
22 Temmuz 1943'te şalterler kaldırıldı. Beklendiği gibi gemi gözden kayboldu. 15 dakika sonra şalterler indirildiğinde dumanlar tekrar belirdi ve gemi materyalize oldu. Ancak gemiye gönderilen telsiz mesajlarına cevap gelmiyordu. Gemiye çıkıldığında mürettebat hiç iyi değildi. Bazı mürettebat üyeleri korkuyla kendini gemiden atmış ölüsü ya da dirisi bulunamamıştı. Gemide kalanlar ise akıl sağlığını kaybetmişti. 5 asker geminin metal gövdesiyle kaynaşmıştı. İkisinin elleri çelik gövdenin içine geçmişti. Kalanlara tıbbi müdahale yapıldı. İleriki aşamada bir takım açıklanamaz olaylar yaşadıkları rapor edildi. Oldukları yerde birden gözden kaybolup tekrar görünebiliyorlardı. Duvarlardan geçebiliyorlardı. Birçoğu duvarlara sıkışarak öldü. Bazıları ise birisi ona dokunana kadar kaskatı kesiliyordu. Hal böyle olunca bilim adamlarına, sadece radar görünmezliği istediklerini, optik görünmezliğe gerek olmadığını bildirdiler.
2. deney: 28 ekimde aynı gemi üzerinde deney gerçekleştirmek için toplanıldı. Elektromanyetik jeneratörler tekrar çalıştırıldı. Gemi tekrar gözden kaybolmaya başladı. Sadece gövdesinin ana hatları seçilebiliyordu. Birden gözleri kör edecek kadar güçlü bir mavi ışık parladı ve gemi gözden kayboldu. Gemi, açıklanması güç bir şekilde birkaç saniye sonra altı yüz kilometre ötede Norfolk'ta görünür oldu. Birkaç dakikanın ardından eski yerine tekrar döndü. Elektronik kamuflaj yapmaya çalışırlarken ışınlanmayı başarmışlardı. Tabi ki böyle bir deneyi Amerika hükümeti asla kabul etmemiştir.




ŞEHRİBAN COŞKUNFIRAT CİNAYETİ
(TÜRKİYE'NİN İLK SATANİST CİNAYETİ)
13 Eylül 1999'da Türk halkı benzeri görülmemiş bir cinayete uyandı. 19 yaşındaki Şehriban Coşkunfırat, boğularak ve boğazı kesilerek öldürülmüştü. Bu genç kadın neler yaşamıştı, bu aşamaya nasıl gelinmişti?
Biraz geriye gidersek, Şehriban'ın canına kıyan üçlünün lider Engin Aslan 16 yaşından itibaren satanizm ile ilgilenen biriydi. Metafiziksel varlıklara meraklıydı hatta onların kendisiyle iletişime geçtiğine inanıyordu. Ailesi sıradan bir aileydi. Anlayacağımız üzere sorun ailesinde değildi. Engin uyumsuz ve aykırı bir tipti. Ne kadar uyumsuz olsa da sosyal çevresi olan ve dinlenen biriydi. Bundan da güç alarak satanizm öğretisini insanlara anlatmaya karar verdi. 17 yaşındayken o dönemler sıkça takıldığı bir bara gitti. Amacını anlatacağı 22 yaşındaki Ömer Çelik ile tanıştı. Ömer askerden yeni gelmişti. Ömer Çelik çevresi tarafından başarısız görünen bir adamdı. Engin bildiklerini Ömer'e anlatmaya başladı. İletişime geçtiğini ve şeytan efendisini anlattı. Ama Ömer kendisinden yaşça küçük bu çocuğun dediklerine inanmakta güçlük çekiyordu. Ömer'in kanıta ihtiyacı olduğunu gören Engin cebinden çıkardığı fotoğrafları Ömer'in önüne koydu. Gördükleri karşısında dehşete düşmüştü. Fotoğraflarda satanizm ayini ve işkence edilmiş kediler vardı. Ömer gördüklerini idrak etmeye çalışırken Engin'in ağzından anlamsız kelimeler çıkmaya başladı. Ömer ne yaptığını sorduğunda cinlerle iletişimde olduğunu söyledi. Bütün bu olaylar Ömer'in kabul edilme arzusuyla birleşince Engin'in işine gelmişti. Eğer isterse çırağı olabileceğini söyledi. Ömer, Engin'e ne kadar itaatkar ve sadakatli olduğunu kanıtlamalıydı. Ertesi gün eski bir fabrikada buluştular. Burası fotoğraftaki ayin yerlerinden birisiydi. Engin yere bir pentagram çizdi. Ardından bir kediyi kurban etti. Ömer'e soyunması gerektiğini söyledi. Hiç karşı çıkmayarak hızla soyundu. Daha sonra Engin'in emriyle bodrum katına gitti. Bodrum oldukça karanlık ve soğuktu. Ömer, elinde bir mumla korkuyla bekliyordu. Bir süre sonra kırmızı gözler gördü. Aniden bir acı hissetti. Elinden koluna kadar uzanan bir yanık izi oluşmuştu. Bu şekilde sadakatini kanıtlamış oldu. Bugünden sonra daha yakın oldular. Nerdeyse her gün buluşuyorlardı. Ama Engin bir kişinin daha aralarına katılması gerektiğini düşünüyordu. Ona göre efendisi öyle isterdi. Ortaköy civarlarında yirmili yaşlarındaki genç bir kadını gözüne kestirdi. Ömer'in dediğine göre Engin bu genç kadının yanına gitmiş ve kulağına bir şeyler fısıldamıştı. Bu kadın Zinnur Gülşah Dinçer idi. Üçlü kısa sürede kaynaştı. Zinnur metafiziksel varlıklarla ok ilgilendiği için Engin'in öğretileri ona pek de yabancı gelmedi. Aynı Ömer gibi sadakat sınavından geçmesi gerekiyordu. Ertesi gün yine aynı fabrikada buluşmak için sözleştiler. Buluştuklarında aynı atmosfer onları bekliyordu. Engin Zinnur'a soyunmasını söyledi. Kadın hiç beklemeden soyundu. Pentagram yıldızının üzerine yatmasını emretti. Engin yine bir kedi kurban etti. Daha sonrasında ise Zinnur ve Ömer'i cinsel ilişkiye zorladı.
Peki bu üçlünün yolu Şehriban ile nasıl kesişmişti? Şehriban Taksim'de ailesine destek olmak amacıyla bir pizzacıda çalışıyordu. İş çıkışı da buralardaki mekanlara gidip günün yorgunluğunu atıyor ve eğleniyordu. Ne yazık ki Engin ve Ömer de sık sık buralara gelirdi. Şehriban'ın çok arkadaşı yoktu. Bir şekilde onunla arkadaş olmayı başardılar ve kendi öğretilerini anlatmaya başladılar. Maalesef bekledikleri sonucu Şehriban'dan alamadılar. Ateist olduğunu ve böyle şeylere inanmadığını söylemişti. Anlatılanlara göre amacı sadece arkadaş olmaktı. Yanlarına Zinnur'un da gelmesiyle kıskançlık krizine girdi. Özellikle Engin'i çok kıskanıyordu. Dörtlü Ortaköy sahilinde takılıyordu. O sıralar büyük bir deprem olmuştu. Artçı depremler de ara sıra devam ediyordu. Ormana geçtiler. Engin, o gün de deprem olacağını söyledi. Dediği gibi de oldu. Bunun üzerine bunun bir işaret olduğunu ve şeytanın kurban istediğini söyledi. Kurban olarak Şehriban'ı seçmişti. Şehriban ne olduğunu anlamadan saldırıya uğradı ve oracıkta hayatını kaybetti. Genç kadının ölü bedenine cinsel saldırıda bulundular. Mahkemede söyledikleri iddialara göre daha nüfusa kaydolmamış yeni doğan bebekleri de hastaneden kaçırıp kurban ediyorlardı. Şehriban'ın cansız vücudu Ortaköy mezarlığında yarı gömülmüş şekilde bulundu. Olaydan bir gün önce Ömer ile görüldüğü için üçlünün yakalanması zor olmadı. Mahkeme onlara müebbet hapis cezası verse de ceza sonradan 16 yıla indirildi ve 2015 yılında tahliye oldular. Zinnur İsviçre'ye kaçtı ve ayinlerine devam etti. Ömer ve Engin'in ne yaptığı şu an için bilinmiyor.



Cin Padişahları
Cinler aleminde dört büyük padişah vardır. Bunlar: Padişah Taykel, Padişah Marezin, Padişah Kemtamin, Padişah Kasveretin. Bu dört padişahın altında günlere hükmeden yedi padişah bulunur. Bunlar ise: Mürre, Şemharuş, Mihrez, Müzheb, Burkan, Ebyab, Meymun Ebu Nuh'tur. Bu padişahlar toplan 378 kabileye hükmederler. Her bir padişaha 54 kabile düşer. Bunların dışında hiçbir padişahın emrine girmeyen 42 kabile daha vardır. Sadece Mihrez'e her kabileye hükmedebilme hakkı verilmiştir. Bu padişahlara kısaca göz atalım:
Pazartesi gününün padişahı Abdullah el-Hiyem ibni Ehlim Mürre: Müslüman olup adını Yusuf olarak değiştirmiştir. Çadırı yündendir. Hizmetlileri beyaz giyer. Mekanı Mardin'in Nusaybin ilçesidir. 150 cm olduğu söylenmektedir. Şimşek hızına sahiptir.
Salı gününün padişahı Mihrez el-Ahmer: Çadırı yündendir hizmetlileri kırmızı giyer. İblisin çocuklarından biridir. Kafirdir. İnsanlardan nefret eder bu yüzden insan kılığına girmez. Bir ortama geldiği burun kanamasından ya da suların çekilmesinden anlaşılabilir.
Çarşamba gününün padişahı Burkan: Çadırı yündendir. Hizmetlileri sarı giyer.
Perşembe gününün padişahı Şemharuş: Çadırı yündendir. Hizmetlileri beyaz giyer. Bilge bir cindir. Görüntü itibariyle insana benzer. Görevi altın, hazine gibi işlere hakimlik yapmaktır.
Cumartesi gününün padişahı Meymun Ebu Nuh: Çadırı yündendir. Hizmetlileri siyah giyer. Uranüs'ün yeryüzü cinidir. Görünüş olarak oldukça yaşlıdır ve elinde asa ile gezer. Çenesinde yedi kıl vardır. Kuyu kenarları ve harabe yerlerde dolaşır. Uçma özelliğine sahiptir.
Pazar gününün padişahı Ebu Abdullah Müzheb: Çadırı yündendir. Hizmetlileri beyaz giyer.
Padişah Ebyab hakkında pek bir bilgi bulunmamaktadır. Aynı şekilde Kasveretin için de. Bu yüzden bu padişahlara cinler aleminin istihbarat müsteşarı diyorum. Diğer cin padişahlarına bakalım:
Denaheş: Gezici cinlerdendir. Halkı halüsinasyon ve vesvese gücüne sahiptir. Rüyalara hükmedebildiği için gerçek yüzünü kimse bilmez.
Fekacin Meğmet: Davetlere en hızlı katılan cinlerden biridir.
Kemtamin: En korkunç cin kralların biridir.
Marezin: Arap yarımadasındaki en büyük cin padişahlarından biridir. Savaşçı bir görüntüsü vardır. Güçlü bir orduya sahiptir. Davetlere omuzlarda taşınarak katılır.
Taykel: Çok güçlü bir cin ordusuna sahiptir. Emrinde dağlar kadar cin vardır. Bu cin dört elementten meydana geldiği için çıplak gözle az da olsa yoğunlaşarak kişilere görülebilir.
Se'nik: İfritlerden oluşan bir ordusu vardır. Diktatör bir yapıya sahip olduğu için kontrol edilmesi güçtür. Tahtına oturmuş orta yaşlarda bir insan görünümündedir.




CİN KABİLELERİ - YAKAZA
Bizim uygarlığımıza ayak uydurmuş avcı ve toplayıcı bir kabiledir. Uçurum kenarlarında yaşarlar. İnsan ve hayvan kılığına girebilirler. Cinsel ilişki ve ikna kabiliyetine sahiptir. Şeytanın yolundan gittikleri söylenir. Kitabül Azazil'de bu kabileden bahsedilir. Birbirlerine bağlılıkları ile bilinirler. Halk arasında karabasan olarak da bilinirler. İnsanların rüyalarına girmeyi en iyi başaran cin topluluğudur.
Yakaza (يقظه) kelimesinin 2 anlamı vardır. 1. anlamı; uyanıklık, 2. anlamı; şuuru ayakta tutan, hafıza ve hassasiyeti azami seviyede tutma halidir. Yakaza hali, uykuyla uyanıklık arasında bir hâldir.[2] Bu hal üzere görülenler, uyanıkken görülenlerden daha net ve daha kesindir. Uyanıkken görülenler üstünde kişinin kendi varlık gölgesi düşer ki onu gerçeğinden bulanıklaştırır.[3] Cürcanî, bunu şöyle tanımlar: "Hak'tan gelen ve zecrden (yasaktan) neyin kastedildiğini bildiren idrâke, yakaza denir.

YEŞİL ÇOCUKLAR
Hasat zamanında bir gün Woolpit köylüleri köye adını veren bir kurt çukurunun (kurtları yakalamak için kullanılan devasa çukurlar) yanında duran iki garip çocuk keşfeder. Yeşil çocuklar, köylülere garip garip bakıyorlardı. Köye tamamen yabancılardı. Derileri tamamen yeşildi ve tek bir İngilizce sözcük bilmiyorlardı. Renkleri farklı olduğu için köylüler aç olduklarını düşündü ve onlara ekmek getirdiler. Ama çocuklar ekmeğe karşı iştahsız görünüyordu. Renklerinden hareketle çocuklara yeşil fasulye verince afiyetle yediler. Beden diliyle anlaşmaya çalıştılar. Çocukların buraya nasıl geldiklerini bilmediklerini, tek hatırladıklarının babalarının sığırlarını otlatırken kaybolduklarını ve yollarını bulmaya çalışırken birden kendilerini kurt çukurunun yanında buldukları olduğunu anlattılar. Ne yapacaklarını bilemeyen köylüler onları baş toprak sahibi Sir Richard de Calne'a götürdü. Richard, çocukların evinde kalması teklifini kabul etti. Sir Richard, çocukların evde kalmasını kabul etti. Çok geçmeden erkek çocuk hastalandı ve öldü. Kız yavaş yavaş sağlığına kavuştu ve yediği besinlerin etkisiyle cilt rengi normal bir hal aldı. İngilizce konuşmayı öğrendi ve Agnes adıyla vaftiz edilip komşu Norfolk ilçesindeki King's Lynn'de bir adamla evlendi. Kız İngilizce öğrendikten sonra köylülere gerçek kökenini anlattı. O ve erkek kardeşi, güneşin olmadığı, sürekli bir alacakaranlığın olduğu ve sakinlerinin onlar gibi yeşil olduğu 'Saint Martin Ülkesi'nden gelmişti. O ve erkek kardeşinin kazayla girdiği ve diğer ucundaki "parlak güneş ışığı"nı takip ederek çıktığı bir mağarayı anlattı.


Fairmont Banff Springss Oteli
Springss Otel, Kanada Pasifik Demiryolu’nun kıtalararası hatların kullanımını arttırmak için tasarlanmıştır. Korkutucu bir üne sahip olan Banff Springs Otel, 1888 yılında kapılarını ziyaretçilerine açmıştır. Açıldığı yıllarda Kuzey Amerika’daki en iyi tatil noktalarından biri olarak değerlendirilen bölgenin etrafı dağlarla çevrilidir. Ayrıca Bow ve Spray Nehri otelin tam da dibinde bulunmaktadır.
Otelin en ünlü hayalaetlerinden biri Hayalet Gelin'dir. Madeni paralara bile basılmıştır. Hayaletin ortaya çıkışı 1920'lere kadar dayanıyor. Düğününü bu otelde yapmaya karar veren çiftin vahim olayını baz alıyor. Merdivenlerden inerken mumdan sıçrayan ateşle alev alan gelin düşerek hayatını kaybediyor. Bu olaylardan sonra ziyaretçiler ve çalışanlar merdivenlerden inen ve balo salonunda dans eden beyaz elbiseli bir kadın gördükleri söylüyorlar. Hatta şimdilerde düğün yapıldığında ziyaretçiler yanık kokusu bile alıyormuş.
Diğer ünlü hayalet, 1960- 1970 arasında otelde görevli olan Kapıcı Sam. 1975'te ölmesine rağmen hala otelde görülmeye devam ediyor.
Ziyaretçiler 692 numaralı odada yastıklarının başlarının altında çekildiği şikâyetinde bulunuyorlar. Hatta bazıları yataktan atıldığını söylüyor. 873 numaralı oda ise en garip oda. Kapısı mühürlü olan odada bir adamın intihar ettiği, intiharından önce de karısını ve çocuğunu öldürdüğü söyleniyor. Çığlık seslerine uyanan ziyaretçiler duvarda kanlı el izleri gördüklerini söylüyorlar. Ancak otel yönetimi tarafından böyle bir olayın olmadığı söyleniyor.


Reichenstein Kalesi
Kale 11. yüzyılda inşa edilmiştir. Komşu bir köyü korumayı amaçlıyordu, ancak uzun bir süre, hala oraya musallat olduğu söylenen bir soyguncu şövalyenin kalesi olarak anılmaktadır. Kalede yaşayan önemli isimlerden birisi 1200'lerin sonunda gelen Dietrich von Hohenfels idi. Hırsız bir barondu. Kendisi de bir hırsız olan Philip von Hohenfels'in üçüncü oğlu olarak Reichenstein Şatosu'nda büyümüştü ve başka bir yaşam biçimi bilmiyordu. Dietrich von Hohenfels, dokuz oğluyla birlikte yaşadı ve Ren Nehri'nde geçen gemilerden çaldığı tüm zenginliklerini istiflemek için kaleyi kullandı. Soyguncu baron ve diğer şövalyeleri, şimdi haklarında anlatılan hikayelere göre, tebaasını suistimal ettiler, karılarını çaldılar ve tüccarları ve savunmasız gezgin kadınları soydular. 1273 yılında seçilen lider, bu baron gibi soyguncu olan diğer baronları da durdurmak için seferlerine başladı. Sonunda soyguncu baron ve şövalyeleri yakalandı ve 1282'de tüm kale lider tarafından kuşatıldığında suçlarının bedelini ödemek zorunda kaldılar. Bu bedelin çeşitli varyasyonları vardır. Bazıları, Dietrich von Hohenfels'in eşi Agnes ile birlikte Reichenstein Kalesi kuşatmasından kaçmayı başardığını, ancak şövalyelerinin geri kalanının asıldığını söylüyor. Ancak kötü davrandıkları tebaası onları öldürdüğünden uzun yaşamadıkları, işledikleri suçlar yüzünden ruhlarının kalede dolaştığı söylenmektedir. Başka bir versiyon, Dietrich von Hohenfels'in dokuz oğluyla birlikte kuşatma sırasında öldüğünü anlatır. Bu versiyonda Hohenfels, oğullarının hayatları için yalvarmıştır, ancak talebi reddedilmiştir. Hepsi başları kesilerek idam edilip kalenin içindeki şapele gömülmüştür. Hohenfels'in başsız hayaletinin hâlâ Reichenstein Şatosu'na musallat olduğu söylenmektedir. Son varyasyona göre ise baron lider ile ilgilidir. Baron lidere yalvardığında kendisine bir meydan okuma verildi. Oğullar yan yana dizildi ve baronun başı kesildi. Kesik başlı baron yanından geçebildiği kadar çocuğunun canını kurtaracaktı. Hepsinin yanından geçebildi ve oğullar bağışlandı.

Gonjiam Psikiyatri Hastanesi
Gonjiam Psikiyatri Hastanesi, Seul'ün dışındaki küçük Gwangju şehrinin yakınında, bir dağın eteğindeki bir yerleşim bölgesinde bulunan bir binaydı. Kapılarını ilk olarak 1961'de açtı ve Temmuz 1996'ya kadar tam olarak çalıştı. Üç katlı hastanede hemşireler hastalara baktı ve beklendiği gibi doktorlar vizitlerini yaptı. Ancak son on yılda her şey sarpa sarmıştı. Anlatılan hikayeler birçok hastanın bir sebep sunulmaksızın vefat haberleriyle başlıyordu. Vefat eden hastaların yanı sıra çeşitli odalarda ölü bulunan personeller de vardı. Tıbbi bir bakışla enfeksiyon olduğunu düşündüler ama işler düşünüldüğünden çok daha farklıydı. Delirmiş hastane sahibi birçok hastayı ve personeli tutsak etmiş ve öldürmüştü. Kayıp personel için hükümet soruşturma yapmaya geldi ve kendisi ABD'ye kaçtı. Hastane kapatıldı. Bunun üzerine hastane müdürü canına kıydı. Yerlilere göre, terk edilmiş binadan gelen çığlıklar ve karanlık hastanenin etrafında gizlenen gizemli figürlerin akıl hastanesinin perili ruhları olduğuna inandıkları duyulmuştu.

DEAR DAVID
7 Ağustos 2017 tarihinde Adam Ellis adlı bir çizerin Twitter hesabında paylaştığı bir tweet ile başladı. ''Evim ölmüş bir çocuğun hayaletiyle lanetlendi ve bu çocuk beni öldürmeye çalışıyor.''
İlk zamanlar bu çocuğun hayaletini rüyasında görmesine rağmen sonraki attığı tweetlerden gerçek dünyaya geçtiğini kendince ispatlamaya başladı. ''Onu ilk gördüğümde uyku felci geçiriyordum ve odamdaki sallanan yeşil sandalyenin üzerinde yatağımın ucunda bir çocuk gördüm.'' ''Birkaç gün sonra başka bir rüya gördüm. Kütüphanedeydim. Küçük bir kız bana yaklaştı ve Sevgili David'i gördün mü, diye sordu. O kim diye soruğumda o öldü. Sadece gece yarısı ortaya çıkar ve eğer ona Sevgili David dersen iki soru sorma hakkın olur. Fakat asla üçüncü soruyu sorma yoksa seni öldürür, dedi.'' Aradan birkaç hafta geçtikten sonra Adam, Sevgili David'i tekrar rüyasında görür ve nasıl öldüğünü sorar. Bir mağazadaki kazayla cevabını alır. Adam, mağazada ne olduğunu sorar. David, başına bir raf düştüğünü söyler.
Aradan birkaç ay geçmiş Adam üst kata taşınmış, David'in onun izini kaybettiğini hiçbir şey yaşamadığını tweet atar. Bir gece adamın kedileri oldukça garip davranmaya ve tam gece on ikide dış kapının önünde dikilmeye başlarlar. Kedileri sakinleştiremeyen adam çareyi kapının önüne tuz dökmekte bulur. Bir süre hiçbir şey yaşamaz. Polaroid kamerasıyla evinin çeşitli yerlerini çekmeye başlar. Fotoğraflar bembeyaz ya da simsiyah çıkmaya başlar.
David'i görmesinden dört ay sonra uyku felci sırasında (!) hareket etmeyi başarır ve telefonunu alıp birkaç poz çekerek David'i yakalar.
Ayrıca evinde haberdar olmadığı bir kapı bulur. Bu kapının ardından çocuk ayakkabısı ve misketler çıkar.
Bu hikaye gerçek midir bilmiyoruz ama zamanında Twitter gündemini epey meşgul ettiği kesin.

